Bir zamanlar bir Kral ile Kraliçe bir kız çocukları
olunca bu mutlu günün
şerefine bir ziyafet vermişler. Ziyafetten sonra Kral
çevresindeki insanlara baba olmanın kendisini nasıl mutlu
ettiğini anlatmış, zira yıllar yılı karısıyla birlikte
hep bir çocuk sahibi olmayı beklemiş durmuş. Sonra
bebeğin altını değiştirmeyi yeni öğrendiği sıralarda
başına gelenleri anlatırken konukların hepsini
güldürmüş. Derken konukların bebek
Prenses’e hediyelerini verme zamanı gelmiş.
Herkes
hediyelerini verdikten sonra sıra on iki periye gelmiş.
“Benim Prenses’e hediyem Mutluluk,”
demiş birinci peri. Konuklar sevinçle alkışlamışlar,
Kral’ın ağzı kulaklarına varmış.
“Benim
hediyem Güzellik,” demiş ikinci peki. “Benim hediyem
Akıl,” demiş üçüncüsü. Böylece on bir peri hediyelerini
tek tek vermişler.
On
ikinci peri tam hediyesini vermek üzereymiş ki, bir gök
gürültüsüyle sarsılmış bütün saray. Kapılar ardına kadar
açılmış, içeriye yaşlı bir kadın girmiş ayaklarını
sürüye sürüye. Onu gören herkes korkudan gözlerini
kapatmış.
“On
üçüncü peri!” diye bağırmışlar hep bir ağızdan.
“Bana
davetiye yok mu Kral?” demiş on üçüncü peri korkun
sesiyle kapı ağzından.
“Sana
davetiye yollamayı unutmuş olmalılar,” demiş Kral kem
küm ederek. “Hizmetkârlar! Sofrada hemen bir yer daha
açın! Çabuk!” Aslında
Kral onu bile bile davet etmemiş, çünkü sarayda periler
için sadece on iki altın tabak varmış. O da düşünmüş taşınmış, çareyi birini davet
etmemekte bulmuş.
On
üçüncü peri minik Prenses’in kundağının yanına gitmiş.
Bebek
agu deyip minik elini ona doğru uzatmış. Derken peri
birden, “Benim de prensese hediyem, on beşinci yaş
gününde parmağına iğ batar batmaz ölmesi,” demiş iğrenç
bir kahkaha atarak.
Yine
bir gök gürültüsüyle, kötü peri kaybolup gitmiş. Sarayın
kapıları gürültüyle kapanmış ardından. Korkunç bir
sessizlik kalmış geriye. Sonra Kraliçe ağlamaya
başlamış.
On
ikinci peri öne atılmış. “Ben hediyemi vermedim daha,”
demiş yumuşak bir sesle. “Kötü büyüyü bozamam belki, ama
onu değiştirebilirim. Benim
hediyem de büyüyü, Prenses’in parmağına iğ battığında
ölmesi yerine, yüz yıl uyuması şeklinde değiştirmek
olsun o zaman.”
Yıllar
geçmiş aradan. Bebek
büyümüş, sağlıklı, güzel,
mutlu ve akıllı bir genç kız olmuş. Kral’la
Kraliçe kötü büyüyü çoktan unutmuşlar. Zaten ülke içinde
ne kadar iğ varsa, daha Prenses
bebekken yok edilmiş. Prenses uzun yıllar
güvendeymiş.
Fakat
tam da on beşinci yaşına bastığı gün Prenses daha önce
hiç fark etmediği bir kapı keşfetmiş. Kapıyı açmış,
kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan bir merdivenle karşılaşmış.
Merdiveni çıkınca üzerinde altın bir anahtar bulunan bir
kapıya varmış. Kapıyı açınca, içerdeki küçük odada
tekerlekli bir şeyi çalıştıran yaşlı bir kadın görmüş.
“Ne yapıyorsunuz öyle?” diye sormuş prenses. Yaşlı kadın
gülümsemiş. “İplik eğiriyorum!” demiş. “Orada öyle bakıp
durma. Gel, bir de sen dene, hadi.” İği Prenses’e doğru
uzatmış.
O anda
olanlar olmuş. İğin sivri ucu Prenses’in parmağına
batmış, Prenses hemen yere yığılıp kalmış. Dışarıda,
avluda tavuklar gıdaklamayı kesmiş. Prenses’in köpeği,
aşçının kedisini kovalamaz olmuş. Çalışma odasında
kızının doğum günü davetiyesini yazmakta olan Kral’ın
elinden kalem düşmüş. Mutfaktaki
ocaklar yanmaz olmuş. Tüm saray uykuya dalmış.
Yıllar
yavaş yavaş akıp geçmiş. Saray unutulmuş. Ama olaydan
yüz yıl kadar sonra bir gün yakışıklı bir Prens o
civardan geçiyormuş. Uzaklarda dikenli çalılarla kaplı
bir yer gözüne ilişmiş. Adamları gülerek bu büyülenmiş
sarayla içindeki uyuyan güzel hakkında duydukları bir
hikâyeyi aktarmışlar ona. ‘Ya doğruysa,’ diye düşünmüş
prens ve atını dikenli çalılarla kaplı yola sürmüş.
Önce
çalılardan geçilecek hiç yol bulamamış. Çalılar hem çok
sıkmış ve hem de üstüne tırmanılamayacak kadar
dikenliymiş. Bakmış olacak gibi değil, çekmiş kılıcını
ve yolunu açmak için çalıları kesmeye başlamış.
Çalılıkları aşan Prens gördüklerine inanamamış. Her yer
bir heykel gibi kıpırdamadan duran hayvanlar ve
insanlarla doluymuş. Sarayın içinde dolaşmış. Güneşle
aydınlanan pencerelerde tek bir sinek bile
vızıldamıyormuş. Hiç kimse kımıldamıyor, hiç kimse cevap
vermiyormuş sorularına.
Derken
kapısı yarı açık bir kuleye varmış. İçeri girmiş,
kıvrıla kıvrıla yukarı doğru uzanan bir merdivenle
karşılaşmış. Prens, merdivenlerin bittiği yerde, tepede
altına benzer bir şeyin parladığını görür gibi olmuş.
Merdivenleri çıkmış ve kendini Prenses’in önünde bulmuş.
“Uyuyan Güzel,” demiş fısıltılı bir sesle. Kızın
güzelliğine dayanamamış, eğilip dudaklarından öpmüş.
Prens
onu öper öpmez Prenses gözlerini açmış. Onun uyanmasıyla
birlikte sarayın mutfağında ocak tekrar yanmaya
başlamış. Çalışma odasında Kral elinden düşürdüğü kalemi
almış ve kızının doğum günü davetiyesini yazmaya
devam etmiş. Tavuklar yerdeki buğday
tanelerini gagalamaya başlamış.
Kulenin en üst katındaki odada Prenses karşısında
Prensi görmüş. Yüz yıldan sonra ilk defa dudaklarında
bir tebessüm belirmiş. “Benimle evlenir misin?” diye
sormuş Prens fısıltıyla. “Evet!” demiş Prenses ve Prensi
öpmüş. Kral bu güzel haberi
alınca muazzam bir ziyafet hazırlatmış. Prens ile
Prenses evlenmişler ve ömür boyu
mutluluk içinde yaşamışlar. |