Her yerin karla kaplı olduğu bir kış günüymüş. Bir
kraliçe, sarayının pencerelerinden birinin arkasında bir
yandan nakış işliyor, bir yandan da hayal kuruyormuş.
Derken birden parmağına iğne batmış ve gergefin üstüne
üç damla kan akmış.
Kraliçe kan damlalarına bakar bakmaz, “Çocuğum kız
olursa, teni kar gibi ak, yanakları kan gibi al, saçları
da pencerenin çerçevesi gibi kapkara olsun,” diye
geçirmiş içinden.
Bu
olaydan kısa bir süre sonra bir kız çocuğu getirmiş
dünyaya. Kızı tıpkı içinden geçirdiği gibi
bir kızmış. Ona Pamuk Prenses adını vermişler. Ne yazık
ki kraliçe doğumdan birkaç saat sonra ölmüş.
Bir
yıl sonra Kral yeniden evlenmiş. Yeni Kraliçe çok güzel
bir kadınmış. Güzelliğine güzelmiş, ama bir o kadar da
kibirliymiş, kendisinden daha güzel birinin olabileceğini düşüncesine bile tahammül edemezmiş. Odasında
sihirli bir aynası varmış. Her gün o aynanın karşısına
geçer, saatlerce kendisini seyreder ve sonunda,
“Ayna,
ayna söyle bana
En
güzel kim bu
dünyada,”
Diye
sorarmış. Ayna da hiç duralamadan, “Sizsiniz Kraliçem,”
dermiş.
Fakat,
Pamuk Prenses on dört yaşına geldiğinde, bir gün ayna
şöyle demiş:
Güzelsiniz Kraliçem, güzel olmasına,
Ama
Pamuk Prenses sizden daha güzel.”
Kraliçe bunu duyunca çok kızmış, öfkesinden ne uyku
girmiş gözüne, ne de bir lokma yemek yiyebilmiş. ‘Ne yapmalı, ne etmeli?’ diye düşünüp
durmuş günlerce. Sonra kararını vermiş ve sarayın
avcısını çağırmış huzuruna.
“Pamuk
Prenses’i ormana götür ve orada öldür. Öldürdüğüne kanıt
olarak da kalbiyle ciğerini sök, bana getir.”
Avcı
Pamuk Prenses’i ormana götürmüş, bıçağını çekmiş. Fakat
Pamuk Prenses’in ağladığını görünce onu öldürmeye
kıyamamış. Pamuk Prenses ağaçların arasına dalıp gözden
kaybolurken, “Ben yapamadım, ama hava kararıncaya kadar
bir ayı veya bir kurt benim yapamadığımı yapar nasıl
olsa,” demiş.
Yolda
genç bir yabandomuzu
çıkmış avcının karşısına. O da hayvanı oracıkta
öldürmüş, kalbiyle ciğerini söküp Kraliçe’ye götürmüş.
Ama
Pamuk Prenses’i avcının düşündüğü gibi ne bir ayı ne de
bir kurt yemiş. Akşam olup hava kararınca dağların
ardında küçük bir eve gelmiş. Kapısını çalmış, açan
olmamış. Cesaretini toplayıp içeri girmiş.
İçeride üzeri yenmeye hazır yiyeceklerle dolu yedi küçük
tabağın bulunduğu yedi
küçük sandalyeli uzun bir masa varmış, duvar dibinde de
yedi yatak diziliymiş. Beklemiş, beklemiş, ama
kimsecikler gelmemiş. Çok aç ve çok yorgun olduğu için
daha fazla bekleyememiş ve her tabaktan
bir kaşık yemek almış,
yedi yataktan yedincisine yatıp uykuya dalmış.
Biraz
sonra evin sahipleri eve dönmüşler. Dağların
derinliklerinde bulunan bir gümüş madeninde çalışan yedi
cücelermiş bunlar.
Pamuk
Prenses’i görünce, “Ne kadar güzel bir kız!” demişler.
Sabah olup uyandığında Pamuk Prenses cüceleri görünce önce
çok korkmuş, ama kısa bir süre sonra onlardan bir
kötülük gelmeyeceğini, onların çok iyi insanlar
olduklarını anlamış. Yedi cüceler Pamuk Prenses’ten
evlerini çekip çevirmesini istemişler, o da hemen kabul
etmiş.
“Hoşça
kal,” demişler yedi cüceler işe giderlerken.
“Kapıyı kimseye açma. Eğer üvey annen burada olduğunu
öğrenirse seni tekrar öldürmeye kalkar sonra.”
Bir
gün Kraliçe tekrar aynasının karşısına geçmiş. Aynadan
şu cevabı alınca
suratının aldığı şekli varın siz düşünün artık:
“Güzelsin Kraliçem, buraların en güzeli sizsiniz
Ama ne
var ki, yüksek dağların ardında
Cücelerin küçük, şirin evindeki
Pamuk
Prenses dünyalar güzeli.”
Bunu
duyar duymaz Kraliçe hemen kolları sıvamış. Yaşlı bir
satıcı kadın kılığına bürünmüş ve elinde içi kurdele
dolu bir tablayla dağlara
doğru çıkmış yola.
Cücelerin evine varınca, “Kurdelelerim var, harika
kurdeleler!” diye seslenerek kapıyı çalmış. Kimin
geldiğine bakmak için pencereye çıkan Pamuk Prenses
kurdeleleri görünce içi gitmiş. ‘Bunda ne kötülük olabilir
ki!’ diye düşünerek kapıyı açmış.
“Bunu
mu beğendin güzelim?” demiş Kraliçe kurdeleyi Pamuk
Prenses’in boynuna takarken. Sonra kurdeleyi sıktıkça
sıkmış, ta ki Pamuk Prenses ölü gibi boylu boyunca yere
uzanana kadar.
O gece
yedi cüceler Pamuk Prenses’i o halde bulmuşlar.
Kurdeleyi kesmişler ve Pamuk Prenses hayata dönmüş
tekrar. Böylece Kraliçe’nin elinden ikinci kez kurtulmuş
Pamuk Prenses.
Ertesi
sabah Kraliçe anasının karşısına geçmiş yeniden. Aynadan
Pamuk Prenses’in hâlâ yaşadığı haberini
alır almaz hemen kılık değiştirmiş ve bir kez daha
dağların yolunu tutmuş.
“Taraklarım var, harika taraklar!” diye seslenmiş
cücelerin evinin kapısında. Pamuk Prenses yaşlı kadının
elinde tuttuğu tarafı görünce başına gelenleri
unutuvermiş. Kapıyı açmış.
“Saçların ne güzel, bırak ben tarayayım,” demiş Kraliçe.
Ama tarak zehirliymiş, başına değer değmez Pamuk Prenses
ölü gibi yere uzanmış. O gece yedi cüceler saçından
tarağı almışlar ve Pamuk Prenses yeniden hayata dönmüş.
Böylece Kraliçe’nin elinden üçüncü kez kurtulmuş Pamuk
Prenses.
Ertesi
gün Kraliçe aynasının karşısına geçince, Pamuk
Prenses’in hâlâ yaşadığını öğrenmiş. Öfkesi burnunda, bu
kez en büyülü iksirini hazırlayıp bir elmanın yarısına
sürmüş. Sonra da yaşlı bir dilenci kılığına girip yola
koyulmuş.
“Güzel
kızıma tatlı bir elma benden, armağan,” demiş Kraliçe,
pencereden bakan Pamuk Prenses’e. “Pencereden de
verebilirim, kapıyı açmana gerek yok.”
“Kötü
diye mi almıyorsun yoksa,” demiş Kraliçe, Pamuk
Prenses’in kararsız olduğunu görünce. Sonra da zehirsiz
tarafından ısırmış ve, “Al bak harika!” diyerek uzatmış,
yanakları gibi al al elmayı Pamuk Prenses’e.
Pamuk
Prenses elmayı zehirli tarafından ısırır ısırmaz cansız
yere uzanmış.
Kraliçe pencereden içeri, Pamuk Prenses’e bakmış.
“Nihayet senden kurtuldum, artık dünyanın en güzeli benim,” demiş. Oradan doğruca saraya
gitmiş. Erkesi gün aynaya kimin en güzel olduğunu
sorduğunda ayna, “Sizsiniz Kraliçem,” deyince
dünyalar onun olmuş.
Bu
sefer cücelerden hiçbiri Pamuk Prenses’i uyandıramamış
ölüm uykusundan. Aradan üç gün geçmiş, bütün umutlarını
kaybetmişler. Fakat nedense Pamuk Prenses hiç de ölü
gibi durmuyormuş. O yüzden yedi cüceler onu gömmemişler
ve camdan bir tabut içine koymuşlar, tabutu
da yüksek bir tepenin en tepesine yerleştirmişler.
Günlerden bir gün cüceleri ziyarete gelen bir Prens
oradan geçerken camdan tabutun
içinde Pamuk Prenses’i görmüş ve hemen ona âşık olmuş.
“Onu
sarayıma götürmeme izin verin,” diye yalvarmış Prens.
Yedi
cüceler ona acımışlar ve izin vermişler. Prens’in
uşakları tabutu
kaldırırken Pamuk Prenses’in boğazına takılmış olan
zehirli elma parçası pat düşmüş ağzından. Pamuk Prenses
doğrulmuş nerede olduğunu anlamadan, gözünü açmış,
yakışıklı Prensi karşısında görmüş. Görür görmez ona
âşık olmuş. Birkaç hafta sonra nişanlanmışlar.
Derken düğün günü gelip çatmış. Düğüne
çağrılanlar arasında Pamuk Prenses’in üvey annesi de
varmış. Üvey annesi sarayın salonuna girer girmez Pamuk
Prenses’i tanımış, ama bu sefer bir şey yapmaya fırsat
bulamamış. Çünkü Prens’in adamları Kraliçe’yi hemen
yakalamış, Prens de onu artık kötülük yapamayacağı uzak
bir ülkeye sürgün etmiş. O günden sonra Pamuk Prenses,
güzelliğinin yanı sıra mutluluğuyla
da ün salmış. |