Evvel zaman içinde yaşlı bir keçinin yedi yavrusu
varmış. Bir anne çocuklarını nasıl severse o da
yavrularını öyle severmiş. Günün birinde keçi,
yavrularına yiyecek bulup getirmek için ormana giderken
onları çevresinde toplamış:
- Sevgili çocuklarım demiş; ben ormana gidiyorum.
Kendinizi kurttan sakının. Eğer kurt evimize girerse
hepinizi kıtır kıtır yer. Bu alçak çok kez türlü
kılıklara girer, ama kaba sesinden, kapkara ayaklarından
onu hemen tanıyabilirsiniz!
Küçük oğlaklar:
- Sevgili annemiz, demişler, gözün arkada kalmasın...
Güle güle git, güle güle gel... Biz kendimizi koruruz.
Keçi melemiş, iç rahatlığıyla yola çıkmış.
Aradan çok zaman geçmemiş. Evin kapısını biri çalmış:
- Sevgili çocuklar diye seslenmiş, kapıyı açın bakayım.
Anneniz geldi, hepinize bir şeyler getirdi.
Fakat oğlaklar kurdun kalın sesini tanımışlar; içerden
seslenmişler:
- Sen annemiz değilsin... Onun sesi hem ince, hem de
tatlıdır. Senin sesin kalın. Sen kurtsun!
Bunun üzerine kurt bir dükkâna gitmiş, iri bir tebeşir
parçası satın almış, bunu yemiş, sesini inceltmiş. Sonra
geri dönerek yine kapıyı çalmış:
- Sevgili çocuklar, kapıyı açın bakayım, demiş; anneniz
geldi, hepinize ormandan bir şeyler getirdi.
Kurt kapkara ayaklarını pencereye dayamışmış. Oğlaklar
bunu görünce yine bağırmışlar:
- Sana kapıyı açmayız. Annemizin ayakları seninkiler
gibi kara değil. Sen kurtsun!
Kurt yine geri dönmüş, bir fırıncıya gitmiş:
- Ayağımı bir taşa çarptım demiş; üzerine biraz hamur
sürer misin ?
Fırıncı kurdun ayaklarına hamuru sürmüş. Kurt bu kez
değirmenciye koşmuş:
- Ayaklarıma bir parça un serp demiş.
Değirmenci kendi kendine:
- Kurt yine birini aldatmak istiyor demiş, un vermek
istememiş. Fakat kurt:
- Dediğimi yapmazsan seni yerim! diye bağırınca
değirmenci korkmuş, hemen bir avuç un alarak kurdun
ayaklarına serpmiş. İnsanlar böyledir zaten!
Bunun üzerine alçak hayvan üçüncü kez eve gitmiş, kapıyı
çalmış:
- Sevgili çocuklar, kapıyı açın bakayım demiş; anneniz
geldi, hepinize ormandan bir şeyler getirdi.
Oğlaklar bağrışmışlar:
- Önce ayaklarını göster de anneciğimiz olup olmadığını
anlayalım! demişler.
Kurt ayaklarını pencereye dayamış. Oğlaklar bunların
beyaz olduğunu görünce kurdun sözlerine inanmışlar...
Kapıyı açmışlar. Bir de ne görsünler?.. Bu giren kurt
değil mi? Oğlaklar ne yapacaklarını şaşırmışlar,
saklanacak yer aramışlar. Biri masanın altına kaçmış.
İkincisi yatağa sokulmuş. Üçüncüsü sobanın içine girmiş.
Dördüncüsü mutfağa saklanmış. Beşincisi dolaba girmiş.
Altıncısı çamaşır sepetinin altına sokulmuş. Yedincisi
de duvar saatinin içine girmiş. Fakat kurt vakit
yitirmeden birer birer hepsini yakalayıp tutmaya
başlamış. Yalnızca saatin içindeki yedinciyi bulamamış.
Karnı da oldukça doyduğu için onu aramaktan vazgeçmiş,
çıkıp gitmiş.
Evin önünde geniş bir çimenlik varmış. Orada bir ağacın
altına sırt üstü yatmış, uyumaya başlamış.
Aradan çok zaman geçmeden keçi anne eve dönmüş. Aman
Tanrım! Bir de ne görsün? Evin kapısı ardına kadar açık.
Masa, sandalyeler devrilmiş. Çamaşır sepeti paramparça
olmuş, yatıyor. Yastıklarla yorganlar yerlere atılmış...
Keçi anne yavrularını aramış; hiçbir yerde bulamamış.
Birer birer adlarını çağırmaya başlamış. Hiçbirinden
karşılık alamamış. Sonunda sıra sonuncunun adına gelmiş.
O zaman ince bir ses duyulmuş:
- Duvar saatinin içindeyim, anneciğim!
Keçi, yavrusunu oradan çıkarmış. Küçük oğlak kurdun
gelişini, öbür kardeşlerinin hepsini yediğini anlatmış.
Keçi annenin, zavallı yavruları için ne kadar gözyaşı
döktüğünü kestirebilirsiniz. Sonunda bu acıyla dışarı
çıkmış. Küçücük oğlak da birlikteymiş.
Çayırlığa vardıkları zaman kurdu bir ağacın altında
yatar bulmuşlar. Öyle horluyormuş ki, ağacın dalları
titriyormuş. Keçi anne kurdu uzun uzun seyretmiş.
Karnında bir şeylerin kıpırdadığını, oradan oraya gidip
geldiğini görmüş. İçinden:
- Aman Tanrım, demiş, yoksa kurdun akşam yemeği yaptığı
yavrularım hâlâ sağ mı?
Bunun üzerine küçük oğlak eve kadar koşa koşa giderek
makası, iğne-ipliği getirmiş. Keçi anne canavarın
karnını yarmış. Daha küçük bir yarık açılır açılmaz
oğlaklardan biri kafasını dışarı çıkarmış. Bir parça
daha yarınca altısı da arka arkaya fırlayıp çıkmışlar.
Hepsi dipdiri sapsağlammışlar. Meğer kurt aç gözlülüğü
yüzünden bunları çiğnemeden yutmuşmuş. O andaki sevinci
bir düşünün! Hepsi sevgili annelerinin boynuna
sarılmışlar. Hoplayıp, sıçramaya başlamışlar. Keçi anne
demiş ki:
- Haydi bakalım, şimdi gidip, taş toplayıp getirin...
Uyanmadan şu dinsiz imansızın karnına dolduralım.
Yedi oğlak çabucak taşları bulup getirmişler; kurdun
karnını tıklım tıklım doldurmuşlar. Sonra keçi anne
çabucak derisini dikmiş. Bu arada kurt bir şey sezmemiş,
yerinden bile kıpırdamamış.
Kurt uykusunu alınca ayağa kalkmış. Karnı taşla dolu
olduğu için pek susamışmış. Bir pınarın başına gidip su
içmek istemiş. Yürürken oraya buraya kımıldadıkça
karnındaki taşlar çarpışmaya, takırdamaya başlamış.
Bunun üzerine kurt:
Şu acayip işe bak!
Karnım bir şeyle dolmuş;
Yuttuğum altı oğlak
Sanki birer taş olmuş!
demiş. Pınar başına varınca suya doğru eğilip içmek
istemiş. Gel gelelim, karnındaki taşlar yüzünden suya
yuvarlanmış. Bağıra bağıra boğulup gitmiş.
Yedi oğlak bunu görünce koşa koşa gelmişler:
- Kurt öldü! Kurt öldü! diye bağrışmışlar. Anneleriyle
birlikte pınarın çevresinde hoplayıp dönmüşler.
|