Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp
atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun,
bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar.
Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına
izin verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek
başına, ellerini küllere doğru tutup ısınmaya çalışarak.
Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona “Külkedisi” adını
takmışla.
Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için
davetiye gelmiş. İkisi de heyecandan deliye dönmüşler.
Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş.
‘Bakarsın ikimizden birini seçer, belli mi olur?’ diye
düşünmüşler.
İki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca
güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar. Fakat
maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine
bayağı çirkinmiş her ikisi de!
Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi
mutfakta oturmuş ve için için ağlamaya
başlamış. “Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?” diye
sormuş bir kadın sesi.
“Ben de baloya gitmek istiyordum,” demiş hıçkırarak
Külkedisi.
“Gideceksin öyleyse,” demiş ses. Külkedisi duyduğu sese
doğru dönüp bakmış, şaşkınlıktan donakalmış.
Güzel bir kadın duruyormuş yanı başında.
“Ben senin peri annenim,” demiş kadın. “Şimdi kaybedecek
zamanımız yok! Bana bir balkabağı getir hemen!”
Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca,
balkabağı birdenbire
altından bir fayton oluvermiş.
“Şimdi de altı fare...” Külkedisi altı fare bulup
getirmiş, peri annesi onları hemen ata dönüştürmüş.
“Bir sıçan...” Onu da arabacı
yapmış.
“Ve altı kertenkele...” Onları da faytonun arkasında
koşacak altı uşağa çevirivermiş.
Nihayet Külkedisi’ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir
dokununca Külkedisi’nin yırtık, pırtık giysileri nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında
bir çift camdan ayakkabı
pırıl pırıl parlıyormuş.
“Bir şey var yalnız,” demiş Peri. “Gece yarısına kadar
eve dönmelisin. Saat on ikide elbisen tekrar eski
giysilerine, faytonun balkabağına,
atların fareye dönüşecek. Prens’in bunu görmesini
istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen.”
O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan
hanımlar (özellikle de iki üvey kız kardeşi) onun
elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek
için ona yalvarmışlar. Beyefendilerin hepsi onunla dans
etmek için birbirleriyle yarışmışlar.
Prens ise götür görmez ona âşık olmuş! Ve o andan sonra
hiç kimseye bu kızla dans etmek için izin verilmemiş.
Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve
Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı sırada evde olması
gerektiğini hatırlamış.
“Gitme!” diye seslenmiş Prens arkasından, ama Külkedisi
bir an bile durmadan koşup oradan uzaklaşmış. Sokağa
çaktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine dönüşmüş.
Geriye kala kala camdan ayakkabıların
bir teki kalmış. Diğer tekini nerede kaybettiğini
bilmiyormuş.
O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir
daha asla o geceki kadar harika olamayacağını
düşünüyormuş.
Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının
diğer tekini sarayın merdivenlerinde bulmuşlar. Ertesi sabah
Prens ev ev dolaşıp ayakkabıyı
tek tek bütün genç kızlara denetmiş. “Bu ayakkabının
dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam
yaşayamam,” demiş.
Derken Külkedisi’nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı
denemişler. Olmamış. Ayaklarına girmemiş bile.
Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece birkaç ev
kalmış. Tam oradan ayrılacakken evin hizmetçisi
dikkatini çekmiş.
“Hanımefendi,” demiş Prens Külkedisi’ne, “bir de siz
deneseniz?”
“O mu deneyecek? Ne münasebet!” diye haykırmış üvey
kardeşler.
Fakat Prens ısrar
etmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu
gözünden kaçmamış. Tabii
ayakkabı Külkedisi’nin
ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne
evlenme teklif ederken iki üvey kardeşe de öfke ve
kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi
Prens’in teklifini tabii
ki kabul etmiş.
|