| 
						
						
						Kızcağız ağlaya ağlaya üvey annesine koşmuş. Başına 
						gelen kazayı anlatmış. Kadın çocuğu adamakıllı 
						azarlamış, sonra da çocuğa hiç acımadan:
						
						 
						
						- Makarayı kuyuya nasıl düşürdünse öyle alıp 
						getireceksin. Sonra karışmam ha... diye bağırmış. 
						 
						
						
						Bunun üzerine kız kuyunun başına dönmüş ama ne 
						yapacağını bilmiyormuş. Makarayı almak için "ne olursa 
						olsun" diye kuyuya atlamış. Atlamış ama aklı başında 
						değilmiş. Az sonra uyandığında, kendini güzel bir 
						çayırlıkta bulmuş.
						
						
						
						Güneş parıldıyor, çevrede binlerce çiçek görünüyormuş. 
						Yolda karşısına bir fırın çıkmış. Fırının içi ekmekle 
						doluymuş. Ekmek kıza seslenmiş:
						 
						
						
						- Ne olursun beni fırından çıkar, beni fırından çıkar; 
						yoksa yanacağım, çoktan piştim ben...
						
						
						
						Kız fırına yaklaşmış, ekmeklerin hepsini kürekle birer 
						birer dışarı çıkarmış. Sonra yoluna gitmiş. Karşısına 
						bir ağaç çıkmış; ağacın üzerinde pıtrak gibi elmalar 
						sallanıyormuş, ağaç kıza seslenmiş:
						 
						
						
						- Beni silkele, beni silkele... Biz elmalar hep olduk!..
						
						
						
						Kız ağacı sallamış, elmalar, yağmur taneleri gibi yere 
						dökülmüşler. Kız ağacın üzerinde hiç elma kalmayıncaya 
						kadar silkelemiş. Elmaları bir araya toplayarak koca bir 
						yığın yapmış, sonra yine yola koyulmuş..
						 
						 
 
						
						
						Sonunda küçük bir eve varmış. Penceresinden bir kocakarı 
						bakıyormuş. Kadının dişleri pek iriymiş. Bunları görünce 
						kızın içine korku girmiş. Oradan kaçmak istemiş. Fakat 
						yaşlı kadın arkasından seslenmiş:
						
						
						
						- Sevgili çocuk, neden korkuyorsun? Gel burda kal; evin 
						bütün işlerini güzelce yaparsan sana bir kötülüğüm 
						dokunmaz. En çok dikkat edeceğin şey yatağımı güzel 
						düzeltmek, iyice silkelemektir. Bunu yapınca yatağın 
						içindeki kuş tüyleri uçar. İşte o zaman yeryüzüne kar 
						yağar. Benim adım Holle Kadın'dır.
						 
						
						
						Kocakarı böyle tatlı tatlı konuşunca kızın içi 
						ferahlamış; orada kalmaya karar vermiş. İçeri girerek 
						işine başlamış. Evin her işini seve seve yapıyormuş, 
						yatağı her zaman o kadar güçlü silkeliyormuş ki, tüyler 
						kar parçaları gibi uçuyorlarmış. Bu yüzden kadının 
						evinde rahat bir yaşam geçiriyor, kötü söz işitmiyor, 
						her gün kızartmalar, kebaplar yiyormuş.
						
						
						
						Küçük kız uzun zaman Holle Kadın'ın yanında kalmış; 
						fakat içinde hep bir üzüntü duyuyor, bunun nedenini 
						kendisi de bilmiyormuş. Sonunda bunun farkına varmış; 
						yurdunu özlemişmiş. Her ne kadar buradaki yaşamı kendi 
						evindekinden bin kat daha iyi geçiyormuşsa da, o yine 
						evine dönmek istiyormuş. Bir gün dayanamamış, 
						Kocakarı'ya demiş ki:
						 
						
						
						- Evimi çok göreceğim geldi. Bu ayrılık acısına 
						dayanamıyorum. Burada, yerin altında geçen yaşamım çok 
						iyi ama artık daha fazla kalamayacağım. Yine yukarıya 
						dönmek istiyorum.
						
						
						
						Holle Kadın: 
						 
						
						
						- Evine dönmek isteyişin hoşuma gitti. Bugüne kadar bana 
						çok iyi hizmet ettiğin için, seni ben kendi elimle 
						yukarı çıkaracağım, demiş.
						
						
						
						Kızı elinden tutmuş; büyük bir kapıya doğru götürmüş. 
						Kapı açılmış. Kız tam kapının altına geldiği zaman güçlü 
						bir altın yağmuru başlamış. Durduğu yerle annesinin evi 
						arasında çok az aralık varmış. Kız evin bahçesine 
						girdiği zaman horoz kuyunun üzerine çıkmış, ötmeye 
						başlamış. 
						 
						
						
						- Ö ö rö ö, altından küçük bayanımız yine geldi!
						
						
						
						Kız eve girmiş, annesinin yanına gitmiş. Her yanı 
						altınla kaplı olduğu için kendisini hem annesi, hem üvey 
						kız kardeşi güleryüzle karşılamışlar.
						 
						
						
						Kız başına gelenleri bir bir anlatmış. Annesi, bu 
						altınların nasıl elde edildiğini öğrenince çirkin, 
						tembel kızına da bunları kazandırmak istemiş. bu kızını 
						da kuyunun başına oturtarak bez dokutmaya başlamış. 
						Makarasının kana bulanması için kız parmağına iğne 
						batırmış. Elini dikenli çitlere vurmuş. Sonra makarayı 
						kuyuya atmış. Arkasından da kendisi atlamış. Öbür kız 
						gibi kendini bir çayırda bulmuş. Aynı yoldan yürümeye 
						başlamış. Fırına vardığı zaman ekmek yine bağırmış:
						
						
						
						- Ne olursun beni dışarı çıkar, beni dışarı çıkar, yoksa 
						yanacağım. Çoktan piştim ben!..
						 
						
						
						Fakat tembel kız:
						
						
						
						- Doğrusu üstümü başımı kirletmeye vaktim yok!.. demiş 
						yoluna gitmiş. Az sonra elma ağacının yanına varmış. 
						Ağaç seslenmiş: 
						 
						
						
						- Ne olursun, beni silkele, kuzum beni silkele... Biz 
						elmalar hep olduk!
						
						
						
						Kız: 
						 
						
						
						- Ya... çok bilmişsin... seni silkeleyim de kafama 
						elmalar düşsün değil mi? demiş; geçip gitmiş.
						
						
						
						Holle Kadın'ın evine vardığı zaman hiç korkmamış. Çünkü 
						onun koca dişlerini önceden duymuşmuş. Hemen kadının 
						hizmetine girmiş. İlk gün çok çalışmış. Holle Kadın'ın 
						her dediğini yapmış. Kocakarının kendisine vereceği 
						altınları düşünüyormuş. Fakat ikinci gün tembelliğe, 
						işleri başından savmaya başlamış. Üçüncü gün bu 
						tembellik bir kat daha artmış. Sabah bir türlü 
						yatağından kalkmak istemiyormuş. Tembel kız Holle 
						Kadın'ın yatağını da yapmıyormuş. Bu yüzden tüyler de 
						uçuşmuyormuş. Çok geçmeden bu durum Holle Kadın'ı 
						kızdırmış. Kızı işinden çıkarmış.
						 
						
						
						Tembel kız buna seviniyormuş. Altın yağmurunun 
						yağacağını umuyormuş. Holle Kadın onu da büyük kapıya 
						kadar götürmüş. Fakat kız kapının altına gelince altın 
						yerine kocaman bir kazan dolusu zift başından aşağı 
						boşalmış. 
						
						
						
						Holle Kadın: 
						 
						
						
						İşte bu da senin hizmetlerinin ödülü!... demiş. Kapıyı 
						kapamış. Tembel kız eve dönmüş. Her yanı zifte 
						bulanıkmış. Yine kuyunun başında duran horoz kızı 
						görünce: 
						
						
						
						- Ö ö rö ö, pasaklı küçük bayanımız yine geldi diye 
						ötmeye başlamış. Kıza bulaşan bu zift ömrü oldukça 
						üzerinde kalmış.
						  |