| 
						
						
						Eşek böylece az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş; 
						yolda boylu boyunca yatan bir av köpeğiyle karşılaşmış. 
						Hayvan, koşmaktan yorulmuş köpekler gibi soluyup 
						duruyormuş. Eşek sormuş:
						
						 
						
						- Ne soluyup duruyorsun böyle bakayım, bekçi baba?
						 
						
						
						Köpek: 
						
						
						- Sorma, demiş, yaşlandım. Günden güne güçten düşüyorum. 
						Avda koşamıyorum diye sahibim beni öldürmek istedi... 
						Ben de kaçıp kurtuldum. Bundan sonra karnımı nasıl 
						doyuracağım bilmem!
						 
						
						
						Eşek: 
						
						
						- Sana bir şey söyleyeyim mi, demiş, ben Bremen'e 
						gidiyorum... Kent çalgıcısı olacağım... Benimle gel, sen 
						de bandoya gir! Ben lavta çalarım, sen de davul...
						 
						
						
						Bu öneri köpeğin hoşuna gitmiş. İkisi birlikte yola 
						çıkmışlar. Aradan uzun zaman geçmemiş. Yolun kıyısında 
						bir kedi görmüşler. kedinin suratından düşen bin parça 
						oluyormuş. 
						 
						
						
						Eşek: 
						
						
						- Ne o? İşin sarpa mı sardı yoksa, yaşlı palabıyık? 
						demiş. 
						 
						
						
						- İnsanın başında ateşler yanarken nasıl neşeli olur? 
						Artık yaşım ilerledi. Dişlerim kütleşti... Farelerin 
						peşinde koşacağıma sobanın arkasında oturup 
						pinekliyorum. Bu yüzden hanımım beni suya atıp boğmak 
						istedi. Ben kaçıp kurtuldum ama son pişmanlığın yararı 
						olmuyor. Şimdi nereye gideyim?
						
						
						
						- Bizimle birlikte gel. Müzikten anladığın bilinir. 
						Oraya varınca kent mızıkacısı olursun!
						 
						
						
						Kedi bu sözü hoş karşılamış, onlarla birlikte yola 
						çıkmış. 
						 
 
						
						
						Bu üç yurt kaçağı bir çiftliğin önünden geçerken 
						selamlık kapısının üstünde cıyak cıyak öten bir horoz 
						görmüşler; eşek:
						
						
						
						- Sesin insanın iliğine kemiğine işliyor... Neyin var 
						kuzum? demiş. Horoz:
						 
						
						
						- Havanın güzel olacağını haber verdim. Bugün bizim 
						sevgili hanımımızın günüdür. "Kristkind"ciğin gömleğini 
						yıkamıştı. Onu kurutmak istiyor. Ama yarın pazar, 
						konuklar gelecek. Onun için hanım hiç acımadan aşçı 
						kadına söyledi. Yarın benim çorbamı yiyecekmiş. Nasıl 
						olsa bu akşam kellem uçacak. Bari ben de gırtlağım 
						yırtılıncaya kadar bağırayım dedim.
						
						
						
						Eşek: 
						 
						
						
						- Zavallı albaş, demiş, öyleyse bizimle gel daha iyi. 
						Biz Bremen'e gidiyoruz. Nerede olsan ölümden daha 
						iyisini bulabilirsin. Sesin güzel... Hepimiz bir arada 
						şarkı söylersek hoş bir şey olacak kesin.
						
						
						
						Horoz bu öneriyi beğenmiş. Dördü birlikte yola 
						çıkmışlar. 
						 
						
						
						Bunlar bir günde Bremen'e varamamışlar. Akşam olunca bir 
						ormana gelmişler; burada geceleyelim demişler. Eşekle 
						köpek büyük bir ağacın altına uzanmışlar. Kediyle horoz 
						da dallara çıkmışlar, ama horoz en tepedeki dalları daha 
						güvenli bulmuş, oraya uçup tünemiş. Horoz uykuya 
						dalmadan önce bir kez daha çevresine bakınmış. Uzakta 
						küçük bir ışık görür gibi olmuş, arkadaşlarına 
						seslenmiş: "Işık görünüyor, yakınlarda bir ev olsa 
						gerek!" demiş. 
						
						
						
						Eşek: 
						 
						
						
						- Öyleyse kalkalım, hemen oraya gidelim. Burada rahat 
						edilmiyor demiş.
						
						
						
						Köpek orada birkaç parça kemik, biraz et bulursa pek 
						hoşuna gideceğini düşünmüş.
						 
						
						
						Bunun üzerine ışığın bulunduğu yana doğru yola 
						koyulmuşlar. Yaklaştıkça ışığın parıltısı artmış. 
						Sonunda haydutların barındığı eve gelmişler.
						
						
						
						İçlerinde en irisi eşek olduğu için pencereye o 
						yaklaşmış, içeriye bakmış. Horoz sormuş:
						 
						
						
						- Neler görüyorsun, babacan?
						
						
						
						Eşek: 
						 
						
						
						- Neler mi görüyorum? demiş. Kurulmuş bir sofra... 
						Üstünde her türlü yiyeek, içecek var... Haydutlar 
						oturmuş, keyif çatıyorlar.
						
						
						
						Horoz: 
						 
						
						
						- Tam bize göre bir iş, demiş.
						
						
						
						Eşek: 
						 
						
						
						- Ah sorma kardeş demiş, şu sofranın başında biz olsak 
						ne olurdu sanki?
						
						
						
						Haydutları buradan nasıl kaçıralım? diye her kafadan bir 
						ses çıkmış. Sonunda bir çare bulmuşlar: Eşek ön 
						ayaklarını kaldırıp pencereye dayayacak. Köpek eşeğin 
						sırtına çıkacak. Kedi köpeğin üstüne tırmanacak. Horoz 
						da uçacak, köpeğin tepesine konacak!
						 
						
						
						Dedikleri gibi yapmışlar. Sonra biri işaret verince hep 
						bir ağızdan şarkı söylemeye başlamışlar: Eşek anırmış, 
						köpek havlamış, kedi miyavlamış, horoz da ötmüş. Sonra 
						şangur şungur pencereden içeri dalıvermişler!
						
						
						
						Haydutlar bu korkunç bağırışmayı duyunca oldukları yerde 
						havaya fırlamışlar. İçeriye herhalde bir hortlak girdi 
						sanmışlar. Evden çıkıp ormana doğru kaçmaya başlamışlar.
						 
						
						
						O zaman dört ahbap sofranın başına kurulmuşlar, 
						haydutların artıklarına saldırmışlar. Sanki kırk yıldan 
						beri açmış gibi, yemekleri atıştırmışlar.
						
						
						
						Dört çalgıcı işlerini bitirine ışığı söndürmüşler. 
						Herkes kendi keyfine göre rahat edebileceği bir yer 
						aramış: Eşek gübrelerin üzerine uzanmış, köpek kapı 
						arkasına, kedi ocakta sıcak külün yanına, horoz da bir 
						tüneğin üstüne...
						 
						
						
						Yol yorgunu oldukları için az sonra da hepsi uykuya 
						dalmış. 
						
						
						Vakit gece yarısını geçmiş. Haydutlar uzaktan bakmışlar, 
						artık evde ışık yanmıyor, her yan da sessiz. Elebaşıları:
						 
						
						
						- Boş yere mantara basmamalıydık ama oldu! demiş.
						
						
						
						İçlerinden birini oraya yollamış, eve baktırmış. 
						Gönderilen adam her yanı sessiz bulmuş, mutfağa girmiş. 
						Lamba yakmak istemiş. Kedinin parıldayan gözlerini yanık 
						ateş sanmış, kükürtlü bir çöp almış, bunu ateşte 
						tutuşturmak istemiş. Ama kedi şakadan anlar mı? Hemen 
						adamın suratına atılmış, tırmık içinde bırakmış.
						 
						
						
						Haydudun korkudan ödü patlamış, arka kapıdan fırlayıp 
						kaçmak istemiş ama oracıkta yatan köpek üstüne 
						saldırmış, bacağını ısırmış. Adam avludan, gübrelere 
						basıp kaçarken eşek de arka bacaklarıyla hatırı sayılır 
						bir çifte savurmuş. Bu gürültülere uyanan horoz da:
						
						
						
						- Ö ö rö ö... diye avazı çıktığı kadar ötmeye başlamış.
						 
						
						
						Haydut alabildiğine koşarak soluk soluğa elebaşının 
						yanına gelmiş: 
						
						
						
						- Sormayın demiş, evde korkunç bir cadı oturuyor. 
						Suratıma doğru tısladı, uzun tırnaklarıyla yüzümü gözümü 
						tırmaladı. Kapının önünde bir herif duruyor. Elinde bir 
						kama var. Bacağıma sapladı. Avluda bir karakoncoloz 
						yatıyor. Beni meşe sopasıyla patakladı. Damda da yargıç 
						oturuyor: "Getirin şu keratayı bana!" diye bar bar 
						bağırıyordu. Zor kaçıp kurtuldum ellerinden...
						 
						
						
						O günden sonra haydutlar bir daha eve girme 
						gözüpekliğini gösterememişler ama burası dört Bremen 
						çalgıcısının pek hoşuna gitmiş. Artık buradan çıkıp 
						gitmek istememişler.
						 |